Hayat | Konular | Kitaplık | İcatlar | İletişim

Fosiller Evrime Hayır Diyor

İngiliz jeolog Adam Sedgewick, 1823 yılında Galler bölgesinde araştırma yaparken, fosilsiz tortul tabakaların üzerine tedricî değil, ani bir geçişle fosilli tortul tabakaların geldiğini belirledi. Bunların çökeldiği dönemi "Kambriyen", alttaki tabakaların çökeldiği dönemi ise "Prekambriyen" (Kambriyen öncesi) olarak isimlendirdi. Modern yaş tayin metodlarının verdiği rakamlara göre, çökelmeleri yaklaşık 540 milyon yıl önce başlayıp 490 milyon yıl önce sona eren Kambriyen tabakaları ilk olarak Galler'de bulunduysa da, yeryüzünde aynı dönemde oluşmuş bütün kayalar Kambriyen sistemine ait olarak kabul edilmektedir (bu yazıda rakamlara matematik doğruluklarından ziyade, canlıların yaratılışındaki öncelik/sonralık münasebetini göstermeleri itibariyle yer verilmiştir).

Sedgewick, Kambriyen'in tabanını (başlangıcını) ilk trilobit* fosillerinin bulunduğu tabaka seviyesi olarak tarif etti ve bu görüş bir asır boyunca geniş kabul gördü. Dünyanın neresinde olursa olsun, trilobitli tabakaların fosilsiz tabakaların üzerine geldiği yer Kambriyen'in tabanını işaret ediyor, olarak kabul edildi. Fakat bugün bu sınır daha alt bir seviyede belirtiliyor. Bugün jeologlar özel bir iz fosilin görülmesini (hayvanın korunmuş sert kısımlarından ziyade, davranışının fosil kaydını) Kambriyen'in başlangıcı olarak alıyorlar.

Kambriyen Patlaması veya hayvanlar âleminin aniden yaratılması
Sedgewick'in böyle aniden yaratılan büyük ve kompleks fosilleri keşfetmesi Charles Darwin için sıkıntı kaynağı olacaktı. Darwin, Türlerin Menşei'nde Prekambriyen döneminin uzun sürmüş ve canlı yaratıklarla kaynamış olması gerektiğini ifade etmişti. Peki ama bu yaratıkların fosilleri neredeydi? Eğer Darwin haklı olmuş olsaydı, Kambriyen'in en alt tabakalarındaki kompleks yapılı yaratıkların ortaya çıkması için, ondan önce basit haberci yaratıkların yeraldığı uzun bir evrim periyodunun geçmesi gerekecekti. Darwin, teorisine yöneltilen bu en sıkı tenkidi asla delillerle yalanlayamamıştır. Bunun yerine, fosil kayıtların noksanlığı karşısında söylenip durmuş ve yeryüzünün her tarafında ilk trilobitli tabakaların hemen altında eksik bir tabakalar zonu olduğuna inanmıştır. Prekambriyen yaşlı fosillerin varolması gerektiğinden emindir. Evet, Prekambriyen yaşlı fosiller vardır, fakat bunlar çok uzak bir geçmişte değil Kambriyen tabakalarının hemen altındaki Prekambriyen tabakalarında bulunmaktadır ve hem seyrek, hem çok küçük, hem de en önemlisi iskeletsizdirler. Bir başka deyişle, küçük boylu iskeletsiz fosillerden büyük boylu iskeletli fosillere aniden geçilmektedir.

Bugün Prekambriyen/Kambriyen sınırının yaşı 543 milyon yıl, en eski trilobit fosillerininki ise 522 milyon yıl olarak hesaplanmaktadır. Dolayısıyla 543 milyon yıl ile 522 milyon yıl arasındaki 21 milyon yıllık dönem bütün dünya üzerinde boştur, fosilsizdir ve "trilobit öncesi" dönem olarak adlandırılmaktadır. Gezegenimiz bugün kabul edilen (ve doğruluğu hâlâ tartışılan) yaşına göre ilk 3,5 milyar yılında hayvan hayatından yoksundu. Yaklaşık ilk 4 milyar yıla dair ise, açık bir fosil kayıt bulunmamaktadır. Fakat yukarıda da gördüğümüz gibi, yaklaşık 550 milyon yıl önce, okyanuslarda oldukça hacimli ve çok çeşitli iri hayvanlar yaratıldı. Bu, âni denebilecek kadar süratli olan ve hâlen çözülmesi en zor biyolojik hâdiselerden biri olarak kalmaya devam eden Kambriyen Patlaması idi. Çok kısa bir zaman aralığında eklem bacaklılar, yumuşakçalar, deniz yıldızları ve bazı iskeletli hayvanlar fosil kayıtlarına ilk giren canlılar oldu, ve yeryüzü çok sayıda omurgasız deniz hayvanına sahip bir gezegen konumuna geldi. O günkü karalar liken ve belki birkaç basit yapılı bitki hariç büyük ölçüde kıraçtı; ağaç, funda, gövdeli bitki yoktu. Köklü bitkilerin yokluğundan dolayı, karaların yüzeyine az miktarda toprak tutunmuştu.

Kambriyen Patlaması'nın daha açık delilleri ABD'nin Washington Eyaleti'ndeki küçük Addy kasabasının yakınlarında görülmektedir. Burada üstüste dizilmiş binlerce kuvarsit tabakasının en alttakilerinde fosil bulunmadığı, fakat yukarıya doğru aniden, sanki bir sihirli değnek dokunmuş gibi çok miktarda fosilin ("fosil kaynıyor" dedirtecek ölçüde) yeraldığı görülmektedir. Burada, brakiyopod denilen, küçük istiridyelere benzer kabuklu yaratıkların, ayrıca sünger ve çok küçük birkaç yumuşakçanın kalıntıları mevcuttur. Fakat Addy'de fosilli ilk katmanlarda bulunan en yaygın fosiller, tıpkı Galler'deki gibi trilobitlerdir. Bunlar ilk bakışta, büyük böcek veya yengeçlere benzemektedirler, fakat yakından incelendiklerinde, hâlen yaşayan hiçbir canlıya benzemedikleri görülür. Trilobit fosillerinin boyu mikroskobik seviyeden 1 metreye kadar değişmektedir. Çok sayıda dikenleri, miğfere benzeyen başları, kendilerine has gözleri, bir dizi ayak, solungaç ve çeşitli eklem bacakları vardır. Sonuçta trilobitler karmaşık yapılı yaratıkların fosilleridir.

Darwin'in teorisi eğer doğruysa, ilk fosiller bir trilobitten daha basit olmalıydı. Fakat, dünyanın diğer birçok yerinde olduğu gibi Addy'de de, ilk fosiller fosilsiz tabaka dizisinin en üstünde bulunan trilobitlerdir. Bu durum, kompleks yapılı hayvanların yeryüzünde evrim öncüleri olmaksızın yaratıldıklarını göstermektedir. Bunlara bir başka misâl, Kanada'nın Burgess Shale bölgesi'nde bulunan Hallucigensia'dır. Sırtı sıra halde yedi tantakül ile kaplı olan hayvan, sadece kendine mahsus bir hususiyet olarak, deniz tabanı üzerinde baston-ayak şeklindeki uzun yedi çift ayak ile hareket ediyordu. Bu istisnaî formlardan bir diğeri olan Opabinia ise beş göze sahipti; başının üzerinde, çatal şeklinde bir uç ile son bulan bir uzantı vardı ve hayvan avını yakalarken muhtemelen bundan yararlanıyordu. Burgess Shale tabakalarında toplam on yeni omurgasız ana dalının (phylum=filum) temsilcileri bulundu, fakat bunlardan hiçbiri bilinen ana dallar arasında bir ata veya halka olma özelliği taşımıyordu. Bu fosiller kendilerini mevcut ana dallara bağlamaya çalışan bugüne kadarki bütün girişimlere direnmişlerdir.

Darwin'in gerçekleşmeyen rüyası: Geçiş formları
Darwin 1859'da Türlerin Menşei'ni yayınladıktan sonra, tabiî bilimler câmiasında geçiş türleri meselesi tartışılmaya başlandı. Çünkü bunların mevcut olmayışı iddianın önemli kusurlarından biriydi. Aynı asrın sonlarına doğru zoologlar keşif çalışmalarını bâkir bölgelere yönelttiklerinde, karalar ve denizlerde Darwin'in döneminde bilinmeyen birçok yeni tür keşfedildi. Son yüzyıl boyunca derin sularda yaşayan çok sayıda balık türü, ayrıca kara ve su omurgasız türleri bulundu, fakat bunların tamamının izole durumda kalmış farklı canlılar olduğu, evrim anlamında ata veya ara form olmadığı anlaşıldı.

Pogonoforlar
Tamamen yeni organizma tiplerinden biri, Endonezya sularında keşfedilen ve o güne kadar bilinmeyen bir deniz solucanı türüydü. Sonunda hayvanlar aleminin yeni bir ana dalına ait olduğu anlaşılan bu canlılar Pogonophore olarak adlandırıldı. Bugün bunların okyanus tabanına bağlı sert kitinsi uzun tüpler içinde yaşayan, ayaksız organizmalar olduğu biliniyor. Galapagos sularında dalış yapan Alvin araştırma denizaltısı dokuz bin metre derinlikte volkan bacalarının yakınındaki sıcak sularda uzunlukları iki metreyi geçen bu canlıların fotoğrafını çekti ve bilinen ana dallar arasındaki eksik halkalardan olmayan Pogonoforların ilk defa keşfedilen, çok özel organizma tiplerinden biri olduğu anlaşıldı. Bunların diğer çok hücreli hayvanlar arasında daha önce görülmeyen özelliklerinden biri ağız ve sindirim organlarının olmamasıydı. Beslenme mekanizmaları bugün zoologlar için hâlâ bir bilmece olarak kalmaya devam eden Pogonoforlar hayalî evrim ağacının hiçbir dalında kendilerine yer bulamamaktadırlar. Çünkü bütün canlı türler gibi kendilerine mahsus bir fıtratla yaratılmışlardır.

Darwin'in döneminde fosilli tabakaların sadece çok küçük bir kısmı incelenmişti ve meslekten paleontologların sayısı henüz iki elin parmakları kadardı. Yeryüzünün birçok bölgesine gidilmemişti; jeolog ve paleontologların incelediği kesimler çok azdı. Asya, Avustralya ve Afrika'nın uçsuz bucaksız bölgeleri bâkirdi. Darwin kendi döneminde fosilli tabakaların ancak çok küçük bir kısmının incelenmiş olduğu konusunda ısrar ediyor, geçiş halkalarının bulunmayışının evrim ile telif edilemeyeceğini ileri süren muhaliflerini göğüslemeye çalışıyor, birçok eksik halkanın yeraltında gömülü olduğunu ve keşfedilmeyi beklediğini belirtiyordu. Gerçekten, yeryüzünün keşfedilmemiş kısımlarında canlı eksik halkalar bulma ihtimali mevcut idiyse de, esas ümit fosillere bağlanmış durumdaydı. Fosilli tabakalarda eksik halka arayışı daima devam etti. Paleontoloji faaliyeti öyle bir noktaya geldi ki, bu disiplindeki çalışmaların muhtemelen çok büyük kısmı 1860'tan bu yana gerçekleştirildi. Bugün sınıflandırılmış yüzbinlerce fosil türün sadece çok küçük bir kısmı Darwin tarafından biliniyordu. Fakat o günden bu yana keşfedilen bütün fosiller ya yeni türlere, veya Pogonoforlar gibi, hiçbir yakınlık münasebeti arzetmeyen türlere aitdirler.

Bitkilerin farklı sınıflar şeklinde yaratılması
Bu durum bitkiler için de geçerlidir. Bütün büyük grupların ilk temsilcileri, çok farklı hususiyetlere sahip bitkiler şeklinde yaratılmış olarak tortul tabakalarda aniden ortaya çıkmaktadır. Bunlardan biri, jeologların Kretase olarak adlandırdıkları (yaklaşık 130 milyon yıl ilâ 65 milyon öncesi arasındaki) döneme ait olan Kapalı Tohumlular'dır (Angiospermler). Kambriyen kayalarında hayvan gruplarının ani ortaya çıkışı gibi, Kapalı Tohumlular'ın birden görünmesi de Darwin'in zamanından beri bütün izah çabalarına direnen bir durumdur. Kapalı Tohumlular, günümüze kadar değişim geçirmeksizin varlıklarını devam ettiren farklı sınıflar şeklinde yaratıldılar. İlk ortaya çıkışlarını takiben kısa bir zaman aralığında yeryüzü bitki örtüsünü yenilediler. Bu ani ortaya çıkış Darwin'i endişelendiriyordu. Hooker'a yazdığı bir mektupta, "Bitkiler âleminin tarihinde hiçbirşey, yüksek yapılı bitkilerin ani şekilde gelişmesinden daha olağanüstü değildir." diyordu.

Kara ve deniz omurgalıları
Omurgalı fosilleri de aynı modeli izlemektedir. Her büyük grubun ilk temsilcileri diğer gruplara geçiş formları ile bağlanmaksızın aniden ortaya çıkmaktadır ve kendi sınıfının özelliklerini taşımaktadır. Sonraki temsilciler ayrı bir yapıda yaratılmışlardır. Meselâ çeşitli balık gruplarının yaratılışını ele alalım. Yaklaşık dörtyüz milyon yıl önce, bilinen balık gruplarının büyük bir kısmı kısa bir zaman zarfında fosil tabakalarda göründüler. Bunların arasında çenesiz ostrakodermler, zırhlı garip plakodermler, ayrıca akciğerli balıklar, lobyüzgeçliler, estürjonlar gibi modern balık formlarının temsilcilerinin büyük bölümü bulunmaktadır. Bütün bu grupların ilk temsilcileri ilk ortaya çıktıklarında öyle büyük bir farklılık arzetmektedirler ki, bunlardan hiçbiri kelimenin en geniş anlamıyla bile, diğer gruplara göre ara form olarak düşünülememektedir. Senaryo diğer gruplardan elli milyon yıl sonra ortaya çıkan kıkırdaklı balıklar (köpek balıkları ve vatozlar) için de aynıdır. İlk zuhurlarında bunlar da önceki balık gruplarından farklı ve izole durumdadırlar. Paleontolojinin tanıdığı hiçbir balık grubu bir diğerinin atası olarak sınıflandırılamamaktadır; bunların hepsi kardeş grup sıfatı taşımaktadırlar, asla ata veya torun olarak değil. Âlemlerin Rabbi ilim, hikmet ve kudretinin sınırsızlığını, sonsuz denebilecek sayı ve çeşitte mahlukları (aynı zamanda birer san'at eseri hüviyetiyle) yaratarak göstermektedir.

Aynı şema amfibilerin (hem suda hem karada yaşayan hayvanların) yaratılışı için de geçerlidir. Üçyüzelli milyon yıl önce, temsilcileri bugüne ulaşmayan çok sayıda eski amfibi grubu elli milyon yıla yayılan bir periyodda varlık sahnesine çıkmıştır; bunu fosillerden anlıyoruz. Yine her grup ilk göründüğü andan itibaren farklı ve izole durumdadır ve hiçbir grup bir diğerinin atası olarak değerlendirilememektedir. Aynı şekilde, su kurbağası, kara kurbağası, semenderler ve bacaksız kurbağalar gibi bugün yaşayan amfibi grupları milyonlarca yıl sonra doğduğunda, önceki amfibi formlarından farklı ve izole haldedirler. Aynı durum, farklı sürüngen ve memeli grupları yaratıldığında bir daha tekrarlanmaktadır.

Fosiller evrimin istediği geçiş formlarını vermemekle kalmıyor, teori için gereken bu formların giderek daha fazla sayıda olmasını gerektiriyor. Gerçekte, paleontolojinin ortaya koyduğu yokolmuş tür ve grupların neredeyse hepsi birbirlerinden farklı ve izole halde olduklarından, farklı dalları birleştirmek için de bir o kadar fazla sayıda ara halka gerekiyor.

Bugün geldikleri noktada fosiller evrim kavramına çok kuvvetli bir meydan okuyuş içindeler. Bilinen grupları ayıran büyük aralıkları küçültmek için çok sayıda geçiş formuna ihtiyaç var. Darwin Türlerin Menşei'nde bu noktaya birçok defa dönmekte, okuyucuyu sayısız geçiş formunun varlığını peşinen kabullenmenin gerekli olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Fosil tabakalarda geçiş formlarının olmayışı, kendine ait hususiyetlere sahip olan (fakat farazî atasında bunlar bulunmayan) bir grubun durumunda açıkça kendini göstermektedir. Meselâ evrime göre balıkdan amfibilere geçişi ele alalım. Geçiş formları yoktur. İlk amfibiler, karada rahat hareket edebilecek normal dört ayaklı tipte ön ve arka ayaklara sahip olarak yaratılmıştır. Bazı uzmanlar üç büyük uçan omurgalı sınıfının, yani pterozorlar (bugün ortadan kalkmış uçan sürüngenler), kuşlar ve yarasaların tahminî atalarının en yakın ebeveynlerini tanımladılar; fakat bu üç uçan sınıfın herbirinin ilk temsilcileri ile, tahmin edilen en yakın ata tipleri arasında büyük bir boşluk bulunmaktadır. İhtiyozorlar, pleziyozorlar, balinalar, foklar, deniz memelileri gibi büyük su omurgalı grupları ile bunlara en yakın oldukları varsayılan kara ataları arasında aynı şekilde çok önemli bir boşluk sözkonusudur.

Evrime göre bir kara memelisini balinaya dönüştürmek için de çok sayıda modifikasyon gereklidir (bir su memelisi olan ve daha sonra yaratılan balina, evrime göre bu defa bir kara memelisinin suya dönmesiyle evrimleşiyordu): arka ayakların değişmesi, kuyruk yüzgeçlerinin gelişmesi, yeni profilin ortaya çıkması, ön ayakların kısalması, burun deliklerinin kafanın tepesine gelmesi için kafatasında değişiklikler olması, nefes borusunun ve davranış tarzının değişmesi, yeni doğanların su altında emzirilmesi için özel meme uçlarının oluşması vs. Bütün bu değişiklikler hesaba katılırsa, karada yaşayan hayalî atadan modern balinaların ortak atasına en kısa yol üzerinde yüzlerce hattâ binlerce geçiş türünün muhtemel varlığını düşünmek zorunda kalırız. Açıkça görüyoruz ki, evrim lobisi gülünç duruma düşmek pahasına akıl ve mantığı zorlamayı göze alabilmektedir.

Bir başka problem benzerliktir. Tabiatta bu çeşit hâdiseler yaygındır: balina ile ihtiyozor yüzgeçlerinin kemiksi yapısının benzerliği, köstebek ile köstebek-cırcır böceğinin ön ayaklarının benzerliği, omurgalılarda ve kafadan bacaklılarda göz modelinin benzerliği, kuşların ve memelilerin iç kulak yapıları arasındaki büyük paralellik. Zikredilen bütün durumlarda benzerlikler çarpıcı olmasına rağmen, bunları taşıyan türler arasında en küçük bir biyolojik akrabalık münasebeti bulunmamaktadır.

Bir başka önemli yakınlık örneği, plasentalı olan köpekgiller ile olmayan keseliler arasındaki benzerlikdir**. Avustralya'da Tasmanya kurdu adıyla bilinen köpek görünüşlü bir et yiyici (Thylacinus) güneybatı Tasmanya'nın balta girmemiş nemli ormanlarında yakın zamana kadar yaşıyordu. Bir keseli olan bu et yiyicinin plasentalı köpek ile hiçbir akrabalık münasebeti olmamasına rağmen, bu ikisi genel görünüş, iskelet yapısı, diş, kafatası vs bakımından birbirlerine öyle benziyorlardı ki, sadece tecrübeli bir zoolog bunları ayırtedebilirdi. Fakat, üreme sistemlerindeki yumuşak dokuların, yani hayvan öldüğünde fosilleşmeyen ve çürüyerek yokolan kısımların anatomisiyle ilgili olarak, iki grup arasında önemli bir farklılık sözkonusuydu. Birisi keseli, diğeri ise plasentalıydı. Bir başka deyişle, sadece fosilleri incelenirse bu ikisi aynı tür içine sokulabilirdi. Farklı türler oldukları ise ancak canlı örnekleri karşılaştırılarak söylenebilirdi.

Netice itibariyle, fosillerin yanıltıcı olabileceğini gösteren bu misâller, aynı zamanda, evrim gibi büyük bir iddianın ne kadar güçlü deliller gerektirdiğini, fakat bunlardan da ne ölçüde mahrum bulunduğunu ortaya koymaktadır. Uluhiyeti inkâr adına açık bir evrim baskısı altında tutulan biyoloji camiasının birkaç istisna isim dışında bütün bunları görmezden gelmesi ise, kamuoyunun haberdâr olmadığı oldukça vahim bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Bilim câmiasına aklı selimin, Yaratıcı'ya saygılı ilim ehline de bu saygının gerektirdiği cesaretin hâkim olacağı zamanlara en kısa zamanda erişmemiz temennisiyle...

Kaynaklar
- Denton, M., 1988 Evolution: A Theory in crisis. Burnett Books. London.
- Germain, M.S., 1999 Qui est l'ancêtre des oiseaux? Science&Vie, no 977, Février, Paris.
- Ward, P.D.&Brownlee, D. 2000 Rare Earth.Copernicus. New York.

Dipnotlar
* Trilobitler yaklaşık 550 ilâ 440 milyon yıl öncesi arasında yaşadıkları zannedilen ve bugünkü yengeçlere benzeyen ilk eklem bacaklı hayvanlardır.
** Plasenta, dölyatağına çok sayıda uzantı ile sıkıca tutunan ve cenin ile göbek bağı yoluyla iletişim kuran çok damarlı, etli ve süngersi bir kitledir. Tek delikli yumurtlayan memeliler (sindirim, boşaltım ve üreme kanalları ortak bir boşluğa açılan hayvanlar olup, sadece üç cins sözkonusudur: Ornitorinkus veya ördek gagalı, Ekidna, Zaglossus) ve keseliler hariç bütün memeliler plasenter canlılardır. Keseli hayvanlar (kanguru gibi) annenin dölyatağındaki embriyon gelişiminin doğuma kadar olan sürede çok az olduğu, gelişmenin esas olarak memelerin bulunduğu karındaki bir cepte tamamlandığı memeli hayvanlardır.


Kategoriler

- bilim - teknoloji - insan - icat - uzay - dünya - güneş - fizik - bitki - bilgisayar - internet - yaratılış - bilim adamı - nasa - ay - atmosfer - su - iletişim - evren - gezegen - kanser - enerji - Işık - gen - kara delik - CERN - Yüzyılın deneyi - mucit - Nobel Fizik ödülleri - atom - beyin - deney - tarih - Ana Britannica - DNA - astronomi - oksijen - biyoloji - matematik - İcatlar - elektrik - zaman - telefon - genetik - yildiz - göz - virüs - bakteri - teori - cep telefonu

MollaCami.Com