Hayat | Konular | Kitaplık | İcatlar | İletişim

Zamanın Tik-Takları: Saatler

Zamanın Tik-Takları: Saatler


Zaman; mahiyet ve sınırlarını Yaratıcı'nın tayin ettiği bir hayat teşhirgâhı... İnsana verilmiş önemli nimetlerden biri... Fakat geçip gittikten sonra kıymeti anlaşılan bir nimet... Hayatî bir meselede son uçağı, otobüsü, treni dakika farkıyla kaçıran veya atletizmde salise farkıyla birinciliği kaybeden insanlar için 'zaman' ne kadar kıymetliyse, aslında fânî olan insanoğlu için, her ân o kadar kıymetlidir. Belki de insanlığın saat gibi bir âleti icat edip, zamanı küçük dilimlere ayırması onun kıymetini kavramış olmasındandır. Hayatımızı tanzim etmemizde büyük faydaları olan saat, günümüze gelene kadar çeşitli merhalelerden geçmiştir. İnsanoğlu zamanı ölçmek için eski çağlardan itibaren güneş, su, kum, mum ve yağ lâmbası saatleri gibi araçları geliştirip kullanmıştır.

Vaktin tespiti ve Güneş
Dünya, kendi etrafında döndükçe, yeryüzündeki cisimlerin gölgeleri gün boyunca uzar ve kısalır. Mısırlı gökbilimciler, yere dikine bir çubuk çakıp bunun oluşturduğu gölgenin konumuna bakarak günü belirli vakitlere ayırdılar. Böylece Güneş'in konumuna göre, vaktin belirlenmesine yardımcı ilk basit ölçme tekniğini geliştirmiş oldular. MÖ 3.500'lerde yapılmaya başlanan ve bilinen ilk zaman ölçme aracı sayılabilecek obeliskler (dikilitaş) büyük ihtimalle bu maksatla kullanılmıştı. Güneş'e bağlı zaman ölçme tekniğini daha sonraları Babilliler, Yunanlılar ve Romalılar da geliştirerek kullanmıştır. İslâm tarihinde ise, bilinen en eski güneş saati, 868–905 yılları arasında Mısır'da hüküm süren Tolunoğlu Ahmed'in Fustat'ta yaptırdığı kendi adıyla bilinen camide bulunmaktadır.


Hassas güneş saatlerini İslâm âlimleri yapmış ve özellikle 8–13. yüzyıllar arasında geliştirmiştir. Ebu'l-Hasan el-Marakuşi 1200'li yılların başlarında eşit saatlerle hesaplama sistemini bularak 'horoloji' (saat bilimi) tarihinin en önemli adımlarından birini atmıştır. Ayrıca bu değerli âlim; silindirik, konik, yatay ve dikey güneş saatleri ile ilgili önemli bir kitap da yazmıştır.

Beş vakit namaz sayesinde zamanlarını plânlı kullanmayı hayat tarzı hâline getiren Müslümanlar, ilk dönemden itibaren saati, daha çok ibadet vakitlerinin tayininde kullanmışlardır. Bilindiği gibi, sabah namazının vakti tanyerinin ağarmasıyla, diğer bir deyişle, Güneş, ufkun 19 derece altında iken başlar; Güneş doğuncaya kadar devam eder. Öğle namazının vakti, Güneş tam tepeden biraz batı yönüne meyledince başlayıp, gölge, cismin bir veya iki katı olunca sona erer. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ikindi namazını gölgenin bâzen birinci (asr-ı evvel), bazen de ikinci (asr-ı sâni) durumunda kılmıştır. Bu husus güneş saatlerinde iki ayrı işaretle gösterilmiştir. Akşam namazının vakti ise, Güneş'in, ufuktan tamamen kaybolduğu ânda başlayıp, batıdaki kızıllık kayboluncaya kadar devam eder ki, bu da Güneş'in ufuktan 17 derece altta bulunması demektir. Bu ândan itibaren yatsı namazının vakti girer.

Osmanlı döneminde güneş saatleri
Osmanlılar tarafından yapıldığı bilinen ilk güneş saatlerinden birisi hâlen Topkapı Sarayı'nın üçüncü avlusunda bulunan hassas düzenekli bir yatay saattir. Kitâbesine göre bu saat, Fatih'in emriyle, meşhur astronomi ve matematik âlimi Ali Kuşçu (ö. 1474) tarafından yapılmıştır. İlim ve sanat âşığı bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet, Ali Kuşçu'ya ayrıca, Tuna'nın aşağı boylarından Fırat'a kadar uzanan ülkesi için namaz vakitlerini hesaplattırmıştır.

Genellikle câmilerin güneş alan avlularında, kıble veya batı duvarlarında bulunan güneş saatlerinin en çok bulunduğu şehir İstanbul'dur. Kaynaklarda geçen İstanbul'daki 53 güneş saatinin 48'i günümüze ulaşmıştır. Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet, Bayezid, Mihrimah, Hekimoğlu Ali Paşa, Cerrahpaşa camileri İstanbul'da güneş saati bulunan camilerdendir.

Adana, Amasya, Balıkesir, Erzurum, Gaziantep, Gebze, Kütahya, Manisa, Safranbolu, Kozluk ve Şanlıurfa'da birer; Bitlis, Diyarbakır, Konya, Sivas ve Tavşanlı'da ikişer; Edirne'de ise altı adet güneş saati mevcuttur.

Güneş saati imalâtı Osmanlıların son yıllarına, hattâ son büyük güneş saati ustası Ahmet Ziyâ Akbulut'un ölümüne (1936) kadar devam etmiştir. Onun yaptığı son güneş saatlerinden biri (1935), İstanbul Bayezid Medresesi'nde bulunmaktadır.

Girift bir işleyiş sistemine dayanan güneş saatleri ancak bol güneşli ülkelerde ve sadece gündüzleri kullanılabiliyordu. Bu yüzden daha basit sistemlere ve akşam saatlerini belirlemeye duyulan ihtiyaç, insanları zamanı ölçebilmek için gökyüzüyle irtibatı olmayan başka teknikler geliştirmeye yöneltti.

Su saatleri
Su saatlerinin ilk örnekleri (MÖ 1400) Mısır'da bulunmuştur. Bu saatler dibi delik olan ve üzerinde yatay derecelendirilmiş on iki seviye bulunan bir kovanın boşalmasıyla zamanın belirlenmesi esasına dayanır. Su saatleri zamana yeni bir bakış açısı getirmiştir. Çünkü güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini gösteriyordu.


Mısırlılar, Güneş yılı esaslı takvimi geliştirerek yıl kavramını ve bir günün 24 saatten oluştuğu düşüncesini de ortaya koymuşlardı. Güneş saatini de, su saatini de onlar geliştirmişti. Peki, Mısırlılar zamanı ölçmek için neden bu kadar gayret sarf etmişlerdir? Bu sorunun cevabı, onların dindar bir toplum olmasında yatmaktadır. Mısırlılar dinî merasim günlerini, ibadet ve kurban etme zamanlarını tayin etmede hassas davranıyorlardı. Mısır su saatlerinin MÖ 1300'lerden kalan bir örneğinin üzerinde 'yıldızların gözlenemediği zamanlarda kurban saatlerinin tayini' işine yaradığını belirten bir yazı bulunmaktadır. Bazı su saatlerinde damlama deliğinin aşınmasını veya tıkanmasını önlemek için delik değerli taşlardan yapılabiliyordu. Dinî kaynaklarda yer alan, Hz. Yusuf'un (as) saatin piri olduğu bilgisi, bu tarihî tespitlerle de mutabakat içindedir.

İslâm dünyasında güneş saatlerinde olduğu gibi, su saatlerinde de önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Ortaçağ karanlığını yaşayan Batı dünyasının su saatlerinden haberi olmadığı bir dönemde, İslâm dünyasında saatlerin türü ve işleyiş mekanizmalarında çeşitlilikler, mahir ustaların ellerinde şekillenmeye başlamıştı. Çünkü İslâm'ın temel kaynağı Kur'ân-ı Kerîm sık sık 'asra', 'kuşluk vaktine', 'geceye', 'tan yerine' atıfta bulunuyor ve zamanı, insanoğlunun hayatını değerlendirmede kendisine verilen en önemli sermaye olarak nazarlara sunuyordu. Hz. Peygamber de (sallallahü aleyhi ve sellem), kaybedilmeden önce kıymeti bilinmesi gereken beş mühim husustan biri olarak zamanı zikretmektedir. Bundan dolayı çeşitli orijinalitesi olan saatler ortaya çıkmıştır. Meselâ Abbasi Halifesi Harun Reşid'in Büyük Charles adıyla tanınan Frank Kralı'na gönderdiği hediye, büyük alâka görmüştü. Bağdat'a gelen ve Hristiyanlar adına Kudüs'ü ziyaret talebinde bulunan heyetle Frank Kralı'na gönderilen bu hediye, 807 tarihinde Batılı tarihçi Echingard tarafından yazılan bir vakayinâmede şöyle anlatılmaktadır: "Kudüslü iki papaz imparatorun huzuruna girdiler. George ve Felix adını taşıyan papazlar, Büyük Charles'a Halife'nin hediyelerini takdim ettiler. Bu hediyeler arasında fevkalâde ustaca yapılmış altın bir saat de vardı. Zamanı, su ile işleyen hususî bir makine gösteriyordu. Saat, her saat başında çalıyordu. Saat kaç ise o kadar bakır bilye, saatin altındaki bakırdan çanağın içine düşüyordu. Yine her saat başında, saatin 12 kapısından biri açılıyordu. Öğle vakti, 12 kapı birden açılıyor ve her kapıdan bir şövalye biblosu çıkarak kapıları kapatıyordu. Bu saatte, biz Fransızların aslâ görmediği daha nice şaşılacak şeyler vardı."

Basitliklerine rağmen, su saatlerinin kullanılmasında da soğuk bölgelerde suyun akışkanlığının azalması, suyun sabit akmaması; deliğin tıkanması gibi aksaklıklarla karşılaşılabiliyordu.

Kum saatleri
Zaman genel olarak kum saati ile sembolize edilmiştir. İlkçağ'dan bu yana teknik özellikleri hiç değişmeyen, basit bir zaman-ölçer olan kum saatinin ilk olarak Ortadoğu'da kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bazı kaynaklara göre ilk kum saatleri, İyonyalılar (bugünkü Türkiye ve Yunanistan'ın Ege kıyılarında yaşayanlar) tarafından yapılmış; daha sonra Yunanlılara, Endülüs Emevileri döneminde İspanya'ya, oradan da Avrupa'ya geçmiş; 15. yüzyıldan itibaren de yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır.


Su saatlerinden ilham alınarak yapılmış kum saatlerinde dar bir boru ile birleştirilmiş eşit büyüklükte iki çanak bulunuyordu. Kumun üstteki çanaktan alttaki çanağa boşalmasına bakılarak zaman belirleniyordu. Kullanımı kolay olan kum saatini kurmak için, baş aşağı çevirmek yeterliydi. Kum saatlerinde kumun su gibi akıcı olması arzu edilen bir özelliktir. En iyi saat kumu, mermer tozundan elde edilmiştir. Bu teknikte, kullanılan kumların benzer tane büyüklüğüne ve yuvarlanma derecesine sahip olması, ayrıca saatin içinde nem bulunmaması önemli hususlardı.

Osmanlılarda daha çok gemiciler tarafından kullanıldığı bilinen kum saatleri, Osmanlı denizciliğinin yükseliş dönemi olan 16. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmıştır. Osmanlı saatçileri, kum saatinin Hz. Yusuf (as) tarafından icat edildiğini kabul etmişler ve onu saatçiliğin pîri olarak görmüşlerdir.

Osmanlı'da kum saatinin kullanıldığı bir başka saha da, astronomidir. Üçüncü Murad döneminin (1574–1595) Mısır'dan getirilen ünlü astronomi âlimi Takiyyüddin'in (1526–1585) resmedildiği bir minyatürde, birçok âletle birlikte kum saati de yer almaktadır.

Mekanik saatler
Batı'da ilk mekanik saatlerin 12. yüzyılda İtalyan şehir devletlerinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Bunun sebebi, bu bölgelerin İslâm dünyasıyla sıkı bağlantılarının olmasıdır. Avrupalılar, Haçlı seferleri sırasında İslâm dünyasındaki pek çok gelişme gibi saat teknolojisini de kendi ülkelerine taşımışlardır.

Avrupa'da ilk mekanik saatler, zamanı duyurmak üzere yapılmıştı. Bu yüzden belirli aralıklarla bir çekiç aracılığıyla ses çıkarılıyordu. Öyle ki, Hristiyanlığın sembollerinden olan çan, saat mekânizmasının bir parçası hâline getirilmiş ve belirli aralıklarla çan sesiyle zamanın insanlara duyurulması sağlanmıştır. İngilizcede 'saat' mânâsına gelen 'clock' kelimesi, Lâtince 'clocca'dan gelmektedir ve 'çan' mânâsındadır. Ancak, daha sonra bu kelimeyle bütün saatler tarif edilir olmuştur.

Mekânik saatler için bulunan mekanizma, ağırlığın asılı olduğu ipi veya zinciri kısa aralıklarla tutan ve bırakan bir vargel düzenidir ve bu, bütün modern saatlerin de ortak özelliğidir.

Saatlerde süreyi göstermek için kadranı ilk olarak kullanan ve 1344'te 24 dilimlik saati yapan Giovanni di Dondi'dir. 1500'lerde Nürnberg'de Peter Heinlein'in 'zemberek' adı verilen hareket ettirici mekanizmayı geliştirmesiyle, taşınabilir küçük saatler üretilmeye başlanmıştır.

Saat gelişiminde atılan başka bir büyük adım da 'sarkaç'ın icat edilmesidir. Tarihte sarkacı ilk defa geliştiren ve sonrakilere ilham kaynağı olan Müslüman ilim adamı İbn Yunus'tur (?-1009). Ondan asırlarca sonra Galileo ölümüne yakın (1649) sarkaçla çalışan bir saat tasarlamış; fakat bunu gerçekleştirememiştir. Sarkaçlı ilk saati 1656'da Hollandalı astronom Christian Huygens yapmıştır. Sisteme sarkacın dâhil edilmesinden sonra, saate dakika ve saniye kolları eklenmiştir. Balans yayının geliştirilmesiyle de, gittikçe küçülen saatler cepte taşınabilir hâle gelmiş, Avrupa aristokrasisinin ve burjuvazisinin zenginlik emarelerinden olmuştur. Artık saat önemli bir ziynet eşyasıdır. Yıldız, kelebek, yürek, çiçek, haç, yüzük, küpe, broş şeklinde yapılmaya başlanan saatler, kıymetli taşlarla süslenmiştir. Bir gösteriş aracı olarak cepte taşınmasından ziyade, zengin kişilerin giyiminin bir parçasını oluşturmuştur. Aynı düşünceyle saatler, saraylarda, şatolarda, evlerde dekoratif eşya olarak da yer almaya başlamıştır.

Başlangıçta, portatif ev saatleri şeklinde kullanılan mekanik saatler, zaman içinde köstekli saat olarak ceplere, saat kuleleri olarak da şehirlerin önemli meydanlarına girmiştir. Saat kulesi yapma geleneği Avrupa'da 14. yüzyılda yaygınlaşmışsa da, Osmanlı topraklarına Kanunî döneminden hemen sonra, 16. yüzyılın sonlarında girmiş, 18. ve 19. yüzyıllarda Batı'dan Doğu'ya doğru giderek artmıştır. Balkanlarda, Banyaluka Ferhat Paşa Camii saat kulesi (1577) ve Üsküp Saat Kulesi (1593) Osmanlı'daki ilk örneklerdir.

Osmanlı Devleti'nde saat kulesi inşası, Sultan 2. Abdülhamid döneminde (1876–1909) hız kazanmıştır. Günümüzde birçok Anadolu şehrinde görülen saat kuleleri onun saltanatı sırasında yapılmıştır. İzmir saat kulesi, 2. Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yılı hatırasına (1901) yapılmıştır.

19. yüzyıldan itibaren saat, sultanların çevresindekilere hediye olarak verilmekten, çeyiz sandıklarının vazgeçilmez bir parçası ve evlenen çiftlere verilen değerli bir hatıra olmaya kadar günlük hayata önemli bir eşya olarak girmiştir.

Kıymeti ne olursa olsun, bize hediye edilen bir saat karşısında ne kadar çok seviniriz. Fakat çoğu zaman hayatımız için hazineler hükmünde olan ve akıp giden ömür sermayesinin ne kadar farkına varıyoruz? Oysa kalbin tik-taklarıyla tüketilen ömrün saatlerini değerlendirme konusunda daha hassas olmamız gerekmez mi?!..

Kuvars ve atom saatleri
Yirminci yüzyılda saat teknolojisinde büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. 1920'lerde enerjisini bir yıl veya daha uzun ömürlü pilden sağlayan ve kurulmasına gerek olmayan kuvars (quartz) saatler geliştirilmiştir. Ancak daha hassas ve hata payı en aza indirgenmiş saat arayışları devam ettirilerek 1949'da ABD'de NIST lâboratuvarlarında ilk atom saati yapılabilmiştir. Günümüzde ise, 1/10 trilyonluk hatayla zamanı ölçebilen atom saatleri geliştirilmeye çalışılmaktadır.

Aslında zamanın dilimlere ayrılarak ölçülmesi yönüyle saatlerin çalışma mantığı hep aynıdır. Ama bazıları vardır ki, taşıdıkları figürler ve kullanım şekli olarak tarihe geçmiş, gerek hatıra değeri gerekse maziyi hatırlatan yönleriyle farklı tedailerde bulunmuşlardır. Bunların en tanınmışı Demiryollarının personeline dağıttığı, halk arasında 'Şimendiferli Saat' olarak da tanınan, arkasında kabartma bir lokomotif bulunan cep saatleridir. Terzilerin yelek veya pantolonlara açtığı saat ceplerine konulan bu ağır cep saatleri, sahipleri için zevkli bir ağırlıktı. Onlar saatlerini ufak bir hazine olarak görüyor, dikkatle koruyup kullanıyorlardı.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" adlı romanında geçen şu ifadeler, Osmanlı Türkiye'sinde saatlerin ne kadar önemli görüldüğünün bir ifadesidir: "Adım başında muvakkithâneler vardı. En acele işi olanlar bile onların penceresi önünde durarak cebinden; servetlerine, yaşlarına, cüsselerine göre altın, gümüş, sadece savatlı, kordonlu, kordonsuz, kimi bir iğne yastığı, yahut kaplumbağa yavrusu kadar şişkin, kimi yassı ve küçük saatlerini besmeleyle çıkarırlar, sayacağı zamanın kendilerine verdikleri müjdeleri dinlerlerdi. Saat sesi bu yüzden onlar için şadırvanlardaki su sesleri gibi hemen hemen iç âleme bakan, büyük ve ebedî inançların sesiydi. Onun, kendine mahsus, hayatın her iki buudunda genişleyen hassaları vardı. Bir taraftan bugününüze bakar ve vazifelerinizi tayin eder, öbür taraftan da peşinde koştuğunuz ebedî saadeti, onun lekesiz ve arızasız yollarını size açardı."

'Ölüm' ve 'kıyamet' ânı da saat kelimesinin mânâlarındandır. Zâten insanın ölümü için 'küçük kıyamet' denmektedir. Zamanı küçükten büyüğe birçok dilimlere ayırsak da, bunları değerlendiremedikten sonra, bu ayrımlar insanlara bir fayda sağlamaz. Bilhassa, uzun yıllar yaşayıp da varlık gâyesini anlamadan gidenler için hayat ne kadar da büyük bir kayıp zaman dilimidir. Hesabı sorulacak bir ömür, aslında ne hayatî bir sermayedir.


Zafer İHTİYAR


Kategoriler

- bilim - teknoloji - insan - icat - uzay - dünya - güneş - fizik - bitki - bilgisayar - internet - yaratılış - bilim adamı - nasa - ay - atmosfer - su - iletişim - evren - gezegen - kanser - enerji - Işık - gen - kara delik - CERN - Yüzyılın deneyi - mucit - Nobel Fizik ödülleri - atom - beyin - deney - tarih - Ana Britannica - DNA - astronomi - oksijen - biyoloji - matematik - İcatlar - elektrik - zaman - telefon - genetik - yildiz - göz - virüs - bakteri - teori - cep telefonu

MollaCami.Com