Hayat | Konular | Kitaplık | İcatlar | İletişim

Tanımadığımız Einstein

Albert Einstein yüzyılımızın önemli isimlerinden birisi hiç şüphesiz. Onu, ilk defa Galile tarafından dile getirilen fakat kendisinin geliştirdiği izafiyet teorisi, ayrıca madde-enerji ilişkisini veren ünlü (E=mc2) denklemi ve 1922'de Nobel ödülü almasını sağlayan fotoelektrik etki üzerindeki çalışmalarıyla tanıyor dünya.
Einstein sadece iyi bir fizikçi ve matematikçi değildi, matematiği fizikte iyi kullanabilme kabiliyetine de sahipti. Evreni en azından mekanik anlamda iyi anlayabilen başarılı bir sentezciydi.

Kimine göre bir keman virtüyözüydü aynı zamanda. Annesi ona küçükken keman dersleri aldırmıştı ve müziği seviyordu (müzik ve matematiğin tabiî ilgisi). Yakından tanıyanlara göre ise bir virtüyöz olamadı ancak, amatörler arasında da hatırı sayılır bir yeri vardı.

Türkçeye çevrilen eserlerde aşağıda yer verdiğimiz türden düşüncelerine pek rastlanmasa da, Batı'nın kendi kriterleri açısından 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden birisi olarak kabul ettiği Einstein aslında felsefî meselelerle çok erken yaşlarda ilgilenmeye başlamıştır. Bunda kısmen, evlerinde kiracı olarak kalan Max Talmey adlı bir öğrencinin payı olduğunu söyler. Küçük Einstein henüz 13 yaşındayken Leibniz'in bazı metinlerini ve Kant'ın Saf Aklın Tenkidi'ni Talmey ile birlikte okuyup tartışmıştır. Daha sonra, madde ve enerji arasındaki eşdeğerlik ilkesine dair notlarında ünlü Alman filozofu Leibniz'den de bahsedecektir.

Einstein bilimsel gerçeklik, felsefe, etik ve siyasete dair yazılar yazmış, sosyal konular üzerinde de düşünmüş ve kanaatlerini fiziksel metaforlarla değil de, herkesin anlayacağı bir dille (sehl-i mümteni) ifade etmiştir. Bunlar, esas olarak Einstein'ın düşünce yapısı hakkında (her ne kadar bazı tarafları; yetiştiği dönem, ortam ve din kültürüne bağlı olarak bize garip ve ters gelse de) fikir vermesi açısından önemlidir. İşte bunlardan bazıları:

"Müzik için bir tutku olduğu gibi, anlamak için de bir tutku vardır. Bu tutku daha ziyade çocuklarda görülür, fakat yaşın ilerlemesiyle çoğunda kaybolur. Bu olmaksızın, ne matematik ne de tabiî bilimler olurdu. Bende her zaman mevcut olan bu tutku asla azalmadı."

"Konfor ve mutluluk benim için asla ulaşılması gereken amaçlar olmadı. Mal sahibi olma, aldatıcı vitrin başarıları ve lüks hayat ilk gençlik döneminden bu yana bana küçümsenmeye ve hor görülmeye lâyık şeyler gibi geldi. Hatta ahlâkın bu en alt derecesini zevk düşkünü sefihlerin ideali olarak adlandırıyorum."

"Hayat her zaman bir birşey olmaktır, asla mevcut olmak değil."

Din ve Ahlâk
"Kozmik dinî tecrübe, derin bir bilimsel araştırma sırasında birden beliren en soylu, en güçlü birşeydir. Kendi çabalarını ve yeteneğini anlamayan, bilimsel düşüncede hiçbirşeyin kendiliğinden oluşmayacağını görmeyen kişi, bilimsel bir eseri doğurabilecek tek şey durumundaki doğrudan pratik hayatın gücü olan his gücünü değerlendirmesini de bilemez."

"Dinin gerçeği benim için, insanın kendisini bir başka insanın yerine koyabilmesi, onun sevinciyle sevinip, onun üzüntüsüyle kederlenmesidir."

"Emredici ahlâk insanlığın en kıymetli geleneğidir. Ahlâkî davranış basitçe, hayatın belli zevklerine sırt dönmenin emredilmesine dayanmaz. Daha ziyade, bütün insanlar için daha mutlu bir kader olarak kabul edilen faydaya dayanır."

"Şu kâinatın akla dayandığı veya en azından anlaşılır olduğu kanaati (ki bu, dinî duyguya yakındır) bütün bilimsel çalışmaların temelini teşkil eder. Bu kanaat aynı zamanda benim Tanrı anlayışımı oluşturur."

"Bence, bir kişiye hayranlık duyulması doğru değildir. Tabiatın, çocukları arasında yetenekleri çok çeşitli olarak dağıtması kendindendir ve oldukça yetenekli bu çocukların sayısı da bir hayli fazladır. (Einstein, natüralist ve tanrıtanımaz olmamakla birlikte, yetiştiği ortam ve dönemin genel ve özel şartları içinde olgun bir tevhid anlayışına da sahip olamamasının bir sonucu olarak bu gibi ifadelerde bulunmuştur). Bunların büyük kısmının sessiz ve silik bir varlık sürdürdüğü kanaatindeyim. Bunlardan bazılarına ölçüsüz olarak hayranlık duyulması bana ne doğru, ne de iyi bir beğeni olarak geliyor, zira insanlar onlara insanüstü zekâ ve karakter atfediyorlar. Kesin olarak benim payıma düşen şu; bana atfedilen kapasite ve mükemmellik ile gerçekte sahip olduğum arasında gerçekten gülünç bir tezat var. Eğer güzel bir teselli bulmasaydım, hakımdaki bu kanı benim için dayanılmaz olacaktı. Bulduğum teselli, tarih boyunca kıymeti sadece ruhî ve ahlâkî plânda olan insanların kahraman kabul edildiği gerçeğidir. Maddeci çağımızda çok sık tenkit edilse de, bu olgu, insanların çoğunun, kişinin sahip olduğu bilgiye ve dürüstlüğe, zenginlik ve güçten daha fazla değer biçtiğini ispat eder."

Sosyal Adalet ve Barış
"Sosyal adalet ve sorumluluğa dair şiddetli idealim insanlarla doğrudan biraraya gelme konusunda bilinen yetersizliğimle herzaman zıtlık arzetmiştir. At koşulan bir araba için biçilmiş bir kaftan, yani tek kişilik bir koşu takımı için uygun bir atım. Böyle bir tecerrüd bazen acıdır ama, diğerlerinin anlayış ve sempatisinden uzak olmaktan üzüntü duymuyorum. Muhakkak birşeyler kaybediyorum bu bakımdan, fakat diğerlerinin alışkanlıklarından ve peşin hükümlerinden kendimi kurtarıyorum. Ve ruh duruluğumu böylesine hareketli temeller üzerine dayandırma arzusunda değilim."

"Benim barışseverliğim bende insiyakî bir duygudur. Çünkü insanın öldürülmesi bende tiksinti doğurmaktadır. Benim teorim entelektüel bir teoriden doğmuyor, bilakis hertürlü kan dökücülük, vahşet ve kine karşı duyduğum derin antipatiden ileri geliyor. Bu reaksiyonumu akılcılaştırmaya yönelebilirdim, ama bu gerçekte a posteriori (hâdiseden sonra, ondan ibret alarak geliştirilecek bir tepki) bir düşünce olacaktı."

"İnsanları barışçılığa kazandırmak sosyalizme kazandırmaktan daha kolaydır. Ekonomik ve sosyal meseleler bugün çok daha zordur, fakat erkeklerin ve kadınların barışçı çözümlere inandıkları bir noktaya ulaşmaları gerekmektedir. Siyasî ve iktisadî problemlere bir işbirliği anlayışı içinde yaklaşılması ümit edilir. Herşeyden önce sosyalizm için değil ama pasifizm (barışçılık) için çalışmamız gerektiği kanaatindeyim".

Eğitim ve Entelektüel Varoluş
Her sahada olduğu gibi eğitimde de otoritarizmi ve beynin ansiklopedik bilgilerle doldurulmasını dayanılmaz bulan Einstein bu konuda şunları söylüyor: "Modern eğitim tarzı araştırma merakını henüz tam olarak boğamamıştır. Nazenin bir çiçeğe benzeyen araştırma merakı teşvik ve özellikle hürriyete ihtiyaç duyar, aksi takdirde sararıp solar. Gözlem ve araştırma yapma hazzının baskı, zorlama veya ödev duygusundan kaynaklandığına inanmak ciddi bir hatadır".

"Birşeyi ezberlemektense her türlü cezayı çekmeyi tercih ederdim".

"Benim tipimde bir adamın gelişme sürecinde, bütün çabayı varlık hakkındaki entelektüel kaygıya teksif etmek için sadece şahsî ve anlık konularla ilgilenmek yavaş yavaş bırakıldığında bir dönüm noktası meydana gelir. Benim gibi bir adamın varoluşunda esas olan şey "ne" düşündüğü ve "nasıl" düşündüğüdür".

"İnsanlar dinlenmeli mi? Evet ama dinlenme nedir? Yattıkları zaman dinlenen insanlar vardır ve bunlar uyurlar, diğer bir kısım insanlar uyanık iken dinlenirler; bazılarının ise dinlenmek için çalışmaları veya yazmaları ya da eğlenmeleri gerekir. Herkese, nasıl dinlenilmesi gerektiğini göstermek için bir kanun çıkarırsanız, bu sizin herkesi aynı kabul ettiğiniz anlamına gelir. Aynı olan iki insan bile yoktur".

"Belli bir hisle, saf düşüncenin, eskilerin rüyasını gördükleri, hakikati yakalama istidadına sahip olduğunu düşünüyorum".

Einstein kuantum mekaniğini içine pek sindiremiyordu ve bugün bu konuda bazılarından tenkit almaya devam etmektedir. Aslında kuantum mekaniğine cephe alması (1926) belirsizliği kabullenememesinden dolayıdır. Heisenberg belirsizlik, Born da probabilite (olasılık) prensibini geliştirdiğinde, sadece determinizm değil, şartlı determinizm de bundan yara almıştı. Halbuki Einstein'a göre evrendeki işleyiş belli ilke ve prensiplere, yani bir düzene göre olmalıydı. Ünlü "Tanrı zar atmaz!" sözünü de bu yüzden söylemişti. Aynı şekilde, olayları karmaşık yollarla açıklamak isteyenlere, "Tanrı titizdir ama kötü niyetli değildir!" diyordu. Bu noktada Einstein'ın yaklaşımıyla kuantum mekaniğinin belirsizlik ve probabiliteye dayanan dalga/parçacık ikilemi telif edilmek istendiğinde şu söylenebilir : Evet, evrendeki işleyiş belli ilke ve prensiplere göre oluyor fakat, Kur'ân'ın ifadesiyle her an ayrı bir şen'de bulunan Cenâb-ı Hakk'ın Ferd ve Ehad sıfatlarının bir gereği olarak her an ve her defasında en azından küçük farklılıklarla oluyor. Hiçbir olay aynıyla bir daha meydana gelmiyor. Dolayısıyla, Einstein'a karşı "kanunlar probabilistdir" diyen yaklaşımdan ziyade, "kanunlar veya prensipler probabilistik şekilde işlemektedir" denebilir. Zaten Einstein sahip olduğu bu Tanrı inancından dolayı, evrenin işleyişini birleşik alanlar teorisiyle, yani dört temel kuvveti tek bir kuvvetin farklı boyutlardaki farklı görüntüleri olarak açıklamaya çalışıyordu. Gerçekten de elektromanyetik kuvvetle zayıf nükleer kuvvet merhum Abdüsselam ile Weinberg'in, kendilerine 1979'da Nobel kazandıran çalışmalarıyla birleştirildi ve fizikçiler mevcut üç kuvvetin de birgün tek bir kuvvet hâlinde ifade edilebileceğine inanıyorlar.

"Einstein" denilince, birçoğumuzun aklına, yukarıdaki bazı düşüncelerinden habersiz olduğumuz için onunla ilgili klâsik bilgiler gelir. Bunun sebebi, çok uzun yıllardan beri Batılı bilim adamlarının biyografilerini ve eserlerini Türkçeye kazandırma çalışmalarının seçici karakter arzetmesi, bazı düşüncelerin aktarılıp bazılarının görmezlikten gelinmesidir. Bunun bir başka tipik örneği, ünlü bilim felsefecisi Karl Popper'dir.

Sonuç itibarıyla, Einstein'ın yukarıdaki düşünceleri onun kendi ifadesiyle saf düşünce ve hakikat arayışı içinde olduğunu göstermektedir. Bu idealin hemen her insanda olduğu gibi onun düşünce dünyasında da taassup ve peşin hükümlerin yer etmesine izin vermediği söylenebilir. Zaten bundan dolayı İsrail devletinin kuruluşunu müteakiben 1952 yılında kendisine teklif edilen devlet başkanlığını kabul etmiyor, Yahudi yerleşimcilerin aşırılıklarını kınıyor, İngiliz hükümetinden Yahudi ve Araplar arasında uyum sağlamasını bekliyor ve ABD'nin 1950'lerde yaşadığı paranoyak Mc Carthy sendromuna karşı çıkıyordu.

Fakat Einstein'ın talihsizliği; ilk ve orta öğrenimini, baskı atmosferinin hâkim olduğu katolik bir eğitim müessesesinde yapmasından (1880'li yılların Almanya'sında sadece dinî okullar vardı ve Einstein hatıralarında, okuldaki eğitmenlerin tavrından "çavuş baskısı" olarak bahsedecek, hocaların ise "teğmenler" gibi davrandığını belirtecektir), bu durumun, belli bir Tanrı inancına sahip olsa da, herhangi bir dine karşı ilgi duymasına ciddî engel teşkîl etmesinden, iki dünya savaşını yaşamış olmasından, Yahudi kökenli olduğu için maruz kaldığı Nazi baskıları karşısında Almanya'yı terketmek zorunda kalmasından kaynaklanıyordu. 20. yüzyılda tüm dünyayı sarsan büyük krizlerin yolaçtığı kafa karşıklığından o da nasibini almıştı. Fakat özellikle Türkiye'de bazı kesimler tarafından gösterilmeye çalışıldığı gibi asla tanrıtanımaz değildi. "Tanrı'nın ne düşündüğünü anlamaya çalışıyorum" sözü, onun nadir rastlanan ve durmak bilmeyen bir tecessüse sahip olduğunu göstermesinin yanısıra, bütün bir evrendeki madde ve işleyişi Yaratıcı'ya dayandırdığını ve bunların hikmetlerini derinlemesine anlama çabası içinde olduğunu da ortaya koymaktadır.

KAYNAKLAR
Balibar, F., (1993) - Einstein, la joie de la pensée. Découvertes Gallimard Sciences. Paris.
Guillemot, H., (1999) - Comment la matiére devient réelle. Science & Vie. No. 977, Février, Paris.


Kategoriler

- bilim - teknoloji - insan - icat - uzay - dünya - güneş - fizik - bitki - bilgisayar - internet - yaratılış - bilim adamı - nasa - ay - atmosfer - su - iletişim - evren - gezegen - kanser - enerji - Işık - gen - kara delik - CERN - Yüzyılın deneyi - mucit - Nobel Fizik ödülleri - atom - beyin - deney - tarih - Ana Britannica - DNA - astronomi - oksijen - biyoloji - matematik - İcatlar - elektrik - zaman - telefon - genetik - yildiz - göz - virüs - bakteri - teori - cep telefonu

MollaCami.Com